29 Apr

Ekolojik Sistemler Kuramı

Ekolojik Sistemler Kuramı, Urie Bronfenbrenner’in “İnsan davranışının deneysel ekolojisi” isimli kitabında ortaya atılmış ve geliştirilmiştir. Urie Bronfenbrenner’e göre insan varoluşu büyük ölçüde içinde bulunduğu sistemler ve bu sistemlerin birbirleriyle etkileşme biçimi tarafından belirlenmektedir. Burada sistemden kastedilen, iletişim kuran ve birbirlerini etkileyen insan topluluklarıdır. Bir çocuğun doğduktan sonra dahil olduğu 1.halka mikro-sistemler olarak adlandırılıyor.

Bronfenbrenner, 2. halkada sistemler arası alan olan mezosistemleri tanımlıyor. Farklı sistemlerin etkileşiminde çeşitli kültürlerin karşılaşması nedeniyle genelde, problemin kökeninin farklı mikrosistemler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığı varsayılıyor. Örneğin, bir ailenin anne tarafından akrabalarla çatışma halinde olması; ailesinin, çocuğun mahalledeki arkadaşlarından hoşlanmaması gibi. Bu teoriye göre, mezosistemik alanda yer alanların çocuğun gelişimine büyük etkisi vardır.

Çocuğun kendisinin dahil olmadığı ancak gelişimine dolaylı olarak büyük etki eden 3. halka ekzo-sistemler olarak adlandırılır. Örneğin, çocuğun babasının iş yerinde ortaya çıkan bir sorun ve işten çıkarılma ihtimali, aile içinde olan biteni de etkiler ve bu yolla çocuğun hayatında önemli rol oynar. Eğitim sektörü sisteminde maaşların düşük olması öğretmenlerin çalışmasını ve dolaylı olarak çocuğun okuldaki durumunu da etkilemektedir.

Sistemler hiyerarşisindeki 4. halka makro-sistemler, toplumdaki genel-geçer değerler ve normları temsil eder.

 

eko-sistem

Daha sonra kurama 5. halka olarak kronosistemler eklenmiştir. Kronosistemler, bireyin yaşantısının zaman içerisinde diğer sistemlerin ekolojisinin gelişiminden etkilenmesini içeriyor.

Sonraki yıllarda multi-disipliner çalışmalarla geliştirilen kuram biyo-ekolojik olarak da anılmaktadır.

12 Apr

Sistemik Aile Terapisi

Sistemik aile terapisi – günümüzde etkin psikoterapi ekollerinden biri haline gelmiştir. Bu yaklaşım İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. Temelinde yatan sistem teorisinin sibernetik biliminden etkilenmesi bu yaklaşımı diğer psikoterapi ekollerinden ayıran önemli faktördür.

Sistemik aile terapisinde birey danışan, hasta ya da müdahale objesi olarak ele alınmaz. Danışan aile sisteminin tamamıdır, bu durumda psikoterapötik müdahale objesi de ailedir. Sistemik yaklaşımda birey ait olduğu sistemin semptomlarını sergilediği varsayılarak değerlendirilir.

Sistemik Aile Terapisi, Amerika Birleşik Devletlerinin yanı sıra Almanya, Finlandiya, İtalya, Polonya, İsviçre, Macaristan, Avusturya, İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde de terapötik müdahale yöntemi olarak resmi kabul edilmiştir. Türkiye’deki psikoterapi pratiğinde yaygınlaşmamıştır.

06 Apr

Sapir-Whorf Hipotezi

Sapir-Whorf hipotezi, diğer bir değişle, dilbilimsel görelilik hipotezi – 1930-lu yıllarda ortaya atılmış bir görüştür. Bu hipoteze göre, dilin yapısı, gerçekliği algılama yetisini ve düşünce tarzını belirlemektedir. Farklı dillerde konuşan insanların dünyayı farklı algıladıkları ve farklı düşündükleri tahmin ediliyor.
Hipotezi kavramsallaştıran kuramcı Amerikalı amatör etnograf-dilbilimci Whorf olmuştur. Bu görüş, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ve Whorf’a araştırmlarında destek olan Sapir’in düşünceleri ile paralellik gösterdiği için Sapir-Whorf hipotezi olarak adlandırılmıştır. Benzer düşünceleri Sapir ve Whorf’dan önce alman düşünür Wilhelm Humboldt (1767-1835) da dile getirmişti.
Sapir – Whorf hipotezinin klasik formülasyonu çağdaş dilbilimciler tarafından kabul edilmemektedir. Onlara göre, Whorf’un hipotezini oluştururken incelediği hopi dilinin verileri farklı şekillerde yorumlanabilir. Diğer taraftan, genel olarak dil yapısının dünyayı algılama biçimine etkisinin olabileceği etnolingvistik, psikolingvistik ve kuramsal semantik bilimlerin aktif tartişma konusudur. 1950’lerde yaratılan Loglan (Logical language) Mantık Dili Sapir-Whorf hipotezinin doğruluğunun pratikte ıspatlanabilirliğini kontrol edebilmek için ortaya atılmıştır. Sapir-Whorf hipotezi çarpıcı ve paradoksal formülasyonları ile dilbilimciler dışında da ün salmıştır. Hipotezin geniş çevrelerce tanınmasına “feministik yorumu” sebep olmuştur.
Orwell’in ünlü “1984” isimli antiütopik romanında da bir dilin (newspeak) gerçekliği yaratabilecek özelliği üzerine ayrıntılı değinilerek Sapir-Whorf hipotezine göndermede bulunulmuştur.
20 Mar

Çelişik Niyet Tekniği

Çelişik niyet  Viktor Frankl (soldaki resimde) tarafından 1927 yılında logoterapi ve varoluşçu analiz çerçevesinde ortaya attığı psikoterapötik tekniktir. Teknik, beklenti korkusu ile yaşayan danışanın terapistinden kritik durumlar öncesinde ya da o sorun yaşadığı sırada korktuğu şeyin gerçekleşmesini çok istemesi veya kaçındığı eylemi yapması yönünde talimat almasına dayanıyor.
Frankl bu tekniği, sınav öncesi heyecandan titreyen öğrencinin durumu ile örneklendiriyordu. Öğrenciyi titremeden çok, titremenin olacağı beklentisi ve bu beklentisi gerçekleşirse bunu herkesin göreceği ve rezil olacağı düşüncesi rahatsız ediyor. Bu öğrenci, terapistinin talimatıyla bir daha aynı sınav ortamında bulunduğu vakit, “dünya titreme şampiyonu” gibi titremeye çalışacaktır.
Diğer bir örnekte; sürekli tartışan eşler bir dahaki sefer tartışmaktan bitap düşene kadar uzun süre tartışmalarını kararlaştırıyorlar. Bu tarz kendini yönlendirme iki şekilde sonuçlanabilir. Ya söz konusu niyet gerçekleşecek ki, bu olasılıkta danışanın korktuğu/kaçındığı durum veya davranış içsel belirsiz güç olmaktan çıkarak en “hastalıklı” belirtisinden yoksun kalmış olacak; ya da danışanın niyetini gerçekleştirme çabası dikkatini duygusal endişelerinden yaptığı davranışa yoğunlaştırmasına sebep olacak ki, bu da olayın doğal akışını bozarak kaygının azalmasına yol açacak.
Yöntemin etkinliğinin hangi mekanizmaya dayanarak çalıştığı incelenirse, en önemli noktanın “kendini soyutlama” olduğu söylenebilir. Bu yöntem, danışanın duygusal bağlamdan anlamlar aşamasına geçmesini sağlıyor. Bu modelin başarısında hedefe ulaşma dışında bir amaç gütmeyen kişinin duygusal haz alabilme becerisinin ortadan kaybolması olgusu yatıyor.
Frankl, “çelişik niyet” yönteminin mizah katılarak formüle edildiği durumlarda daha efektif olabileceği ile ilgili görüş bildirmiştir.
15 Mar

Psikoterapi Süreci: Nedir, neler beklenme(me)lidir?

Psikoterapiye başlama kararı, genelde bilinçli ve önceden düşünülmüş bir karardır ve hayatımızdaki her kritik adımımızı yeni bir aşama olarak değerlendirdiğimiz gibi; danışan da, psikoterapi sürecini onun hayatını olumlu yönde geliştirebilecek bir aşama olarak değerlendirme eğilimindedir. Bununla birlikte, danışan terapi odasına birçok beklenti (ve de umut) getirmektedir. Genellikle bu beklentiler, yeni bir durumun algılayışına uygun olarak idealize edilmiştir.

Terapistin danışanın yerine kararlar vereceği ve tavsiyelerde bulunacağı ya da terapiden hızlı bir şekilde herhangi bir sonuç alınacağı yönünde beklentilere çok rastlanır; burada genellikle sorunlarla nasıl başa çıkacağını bilememesi nedeniyle danışanın yoğun kaygılarıyla ilişkili olan duygusal acıdan kaçınma isteği etkili olmaktadır.

Burada danışan ile psikolog arasındaki ilişkinin sınırlarına değinmek gerekiyor.

  • Psikoterapi, haklı veya haksız belirleme çalışması değildir.
  • Psikoterapi sürecinde olumsuz olarak algıladığınız bir özelliğiniz için cezalandırılmazsınız.
  • Psikolog sizi terk ya da reddetmez. Bazı durumlarda sizi başka bir terapiste ya da uzmana yönlendirebilir; ancak bu seçenek, siz kendinizi hazır hissettiğinizde uygulanacak ve beraber alacağınız bir karar olacaktır.

Bir psikoterapi sürecinde danışan;

  • farkında olma ve anlamayı,
  • yansıtabilmeyi,
  • algılamayı,
  • duyma ve dinlemeyi,
  • orantılı tepki verebilmeyi,
  • engelleri görme ve üstesinden gelebilmeyi,
  • sorumluluk almayı,
  • ötekiyle birlikte hareket edebilmeyi öğrenir.

Danışma ve terapi sürecinde;

  • sizin adınıza hazır kararların alınacağını,
  • tavsiyelerde bulunulacağını,
  • her eyleminizin sürekli onaylanacağını,
  • bütün davranışlarınızda haklılık payı aranacağını,
  • size hep övgü veya teselli ile yaklaşılacağını,
  • sürecin her zaman eğlenceli olacağını beklemeyin.

Ayrıca seanslar süresince,

  • susabileceğiniz;
  • terapistin de susabileceği,
  • beğenmeyeceğiniz gerçeklerle yüzleşebileceğiniz;
  • bağırabileceğiniz;
  • öfkelenebileceğiniz;
  • ağlayabileceğiniz;
  • ortamı terk etmeyi isteyebileceğiniz;
  • terapistin söyleyeceklerinden hoşlanmayabileceğiniz de olasıdır.
10 Mar

Psikoterapi

Yaygın tanımına göre, psikoterapi – konuşma; telkin; algılama, düşünce ve davranış biçiminin değiştirilmesi ile tedavi anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle, psikoterapi – insanların psikolojik açıdan sağaltımı için kullanılan psikolojik telkin sistemidir.

Psikoterapi – hastanın ruhsal kökenli sorunlarının çözümünde profesyonel psikolojik yardımın kullanıldığı özel bir kişilerarası ilişki biçimidir.

Psikoterapinin amacı kabaca, kişinin kendisine, durumuna ve çevresine olan tutumunda değişiklik yaratmak olarak tanımlanabilir.

İnsan ruh sağlığına telkinle etki etme durumu eskiden beri biliniyordu. Bilimsel müdahalenin formülasyonu İngiliz doktor James Braid’in psişik telkinin etkinliğini insanın sinir sisteminin fonksiyonel özellikleri ile açıklamasından sonra 1840’lı yıllarda ortaya çıkmıştır.

Psikoterapi terimi ilk kez 1872 yılında yayımlanan ‘Aklın bedene etkisinin illüstrasyonu’ isimli kitabının başlıklarından birinde D.H. Tuke tarafından kullanılmıştır.

Her ne kadar psikolojik rahatsızlıkların doğasını anlamak için irrasyonel yaklaşımı benimsemiş olduğu yönünde eleştirilse de, insanın içsel kaygılarına ve bu kaygıların hastalıkların ortaya çıkmasına ve gelişmesine gösterdiği etkiye dikkat çeken psikanaliz, kuşkusuz psikoterapinin gelişmesine en önemli katkıyı sağlayan ekol olmuştur.

Psikolojik tedavi anlamında psikoterapi tıbbi müdahaleden farklıdır. Tıbbi müdahalede doktor tanı koyar, ilaç verir, hasta ise ilaç kullanarak iyileşmeye çalışır. Psikoterapi sürecinde de doktorun tanılamasına benzer şekilde psikoterapist danışanın durumunu formüle edebilir ancak hastaya tıbbi müdahalede bulunmaz. Psikoterapist, danışana sorununu anlatmaya olanak tanır; problemleri onun yerine çözmez veya danışanın yerine karar vermez ancak iç huzurunu bulmasına dolaylı olarak katkıda bulunur.

Her bireyin gerçek problemleri vardır; dostlar arasında bile bunların çok azından söz edilir ancak bu sorunlardan bazıları insanları hayatları boyunca rahatsız edebilir. İnsanların çoğu fazla kiloları, yüzdeki kırışıklıkları ya da yağlı ciltleri hakkında rahatça konuşurlarken nedensiz korkuları, cinsel sorunları, aile sıkıntıları ile ilgili olarak nadiren söz ederler. Bir psikoterapi seansı sırasında ise bireyler bu sorunlarından baskı hissetmeden bahsetme fırsatı bulurlar.

Toplumun ruh sağlığına yaklaşımı olumluya doğru değişmektedir. (Belki de ruh sağlığımız olumsuza gittiği içindir) Psikolojik konsültasyon ve psikoterapötik yardıma günümüzde daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu hizmetler genellikle ücretlidir, bu nedenle toplumun her kesimi faydalanamamaktadır. Bununla birlikte psikoloji literatürüne ilgi artmakta; psikanaliz ve psikoterapi ile ilgili kitaplar gittikçe daha çok talep görmektedir.